15 Mart 2012 Perşembe

                                               Ölüm  Sonatı

Koyu  ve  donuk  bir  öğle  vaktiydi. Sobanın  kalın  gürültüsüyle  yağmurun  huzur  dolu  o  ince  melodisi  bir  yaşam  sonatı  oluşturacak  şekilde  adamın  kulağına  doluyordu.

Sobanın  yanına  oturmuş  -yapacak  hiçbir  şeyi  olmadığı , olsa  da  yapamadığı  için- babasının  ölmeden  önce  bıraktığı  kitabı  okuyordu . Babası  kitabı  verirken  ölümünden  üç  gün  sonra  okumasını  söylemişti . Bir  hikaye  kitabı :  Lazarus.

Hikaye  kahramanlarına  pek  aldırış  etmezdi . O zamana  kadar  okuduklarından  kendine  uygun  bir  kahraman  görememişti. Okumaya  da  bu  yüzden  uzun  bir  süre  ara  vermişti . Fakat  babasının  vasiyeti  niteliğindeki  bu  kitaba  başka  bir  merakla  bakmış , onu  ayrı  bir  dikkatle  okuyordu .

Gittikçe  daha  çok  gömülüyordu . Hikayenin  baş  kahramanı  Lazarus , okuyucusunu  kendine  sarmayı  oldukça  kolay  başarmıştı . Adeta  onu ablukaya  almıştı . Sıkıntılı , sayıklayan  ve  ölgün  bir  karakter  olmasına  karşın…

Sona  yaklaşmıştı  ki  iki  paragrafın  boşluğuna  sıkıştırılmış  yazılar  gördü. Yazı  gayet  düzgünce  ve  kurşun  kalemle  yazılmıştı. İki  cümle : ‘’Mezarıma  gel! Resmimi  kır! ‘’

Hikayeyi  bitirdi . Gözlerini  kapatıp  malum  yaşam  sonatını  dinleyerek  düşünmeye  başladı. Kitabı  okumadan  önce  ona  büyük  bir  huzur  ve  ferahlık  veren  bu  müzik  artık  onda  dayanılmaz  bir  iç  karartısı  ve  bıkkınlık  uyandırıyordu. Ve  bir  de  ölme  arzusunu …                                                                            

Yaşam  sonatı  yerini  ölüm  sonatına  bırakmıştı...


                            &                         &                         &


Her  tarafı  çamurlanmış  bir  halde  mezarlıktaydı. Kısa  bir  göz  gezdirmeden  sonra  babasının  mezarını  kolaylıkla  buldu. Mezar  taşının  önünde  durup  şişkin  toprak  üzerindeki  solmuş  tek  güle  bakarak  düşünmeye  koyuldu.

Düşünceleri  ona  müdhiş  bir  cesaret  vermişti. Hemen  harekete  geçip  mezar  taşının  üst  tarafındaki  babasının  simgesi  olan  resmi  bir taş  darbesiyle  kırdı. Alçı  resim  parçalara  ayrılarak  toprağa  döküldü. Resmin  yerinde  şimdi  küçük  bir  bölme , bölmenin  içinde  de  rulo  halinde  bir  kağıt  vardı.Yavaşça  kağıdı  çıkardı. Açtığında  içinden  küçük  bir  şeyin  düştüğünü  gördü. Yerden  alıp  kısa  süren  incelemeden  sonra  cebine  attı  ve  kağıdı  okumaya  başladı :

‘’Oğlum ! Eğer  senin  üzerinde  biraz  da  olsa   bana  karşı  bir  saygı  bırakabildiysem  ölümümün  üçüncü  gününde  bu  kağıdı  okuyor  olacaksın. Beni  sevmediğini  biliyorum. Ben  hayattan  bıkmış , hiçbir  heyecan  taşımayan  biriyim. Ne  yazık  ki  sen  de  bana  benziyorsun. Ben , sana  karşı  davranışlarımda  her  zaman  bunu  değiştirmek , senin  hayata  bağlı, hayatı  seven  biri  olman  için  uğraştım. Fakat  ne  yazık  ki bunu  başaramadım. Bu  bir  hastalık  gibidir  oğlum. Benden  sana  bulaştı. Senden  de  başkasına  bulaşacak.

Biliyorsun  ki  herkes  benim  ecelimle  öldüğümü  biliyor. İntihar  ederek  öldüğümü  yalnız  sen  biliyorsun. Burası  bana  göre  bir  yer  değildi. Öyle  tahmin  ediyorum  ki  senin  için  de  durum  aynı. Sana  verdiğim  kitap  beni  etkilediği  kadar  seni  de  etkileyecektir, bundan  eminim. Ve  senin  usanmışlığını  daha  da  dizginleyecek. Çok  benimsediğim  bir  söz  vardır  oğlum : ‘’Ya  olduğun  gibi  yaşa , ya  da  olamadığın  gibi  öl.’’  Yaşam , öncesi  ve  sonrası  olmayan  bir  ölümdür. Ben  olmaktan  bıktım  ya  da  hiç  olamadım.Bunu  maalesef  sana  da  bulaştırdım. Kendimden  nefret  ediyorum. Beni  affetmeni  hiçbir  şekilde  isteyemem  fakat  senden  başka  bir  şey  isteyebilirim :

Kağıdı  aldığın  zaman  içinde  küçük  bir  kapsül  bulacaksın. Onu  al  ve  benim  yaptığımı  yap.Yoksa  bu  illet  giderek  yayılacak. Senden  son  isteğim  budur. Bunu  yapmak  da  sana  kalmış. ‘’

Önceden  bazı   şeylerde  bir  hayat  kırıntısı  bulmaya  uğraşırdı. Ve  kendini  bunlarla  kandırırdı. Onların  da  zamanla  yavanlaştığının  farkına  varmış  fakat  bunu  her  düşüncesinde  inkar  etmişti. Babasının  bu  sözlerini  düşünürken  adam  kendini  daha  iyi  tanımaya  başlıyordu. Kuşkusuz  onun  yaşına  geldiğinde  o  da  aynı  şekilde  olacaktı. Asıl  içindekinin  ne  olduğu  ortaya  çıkmıştı.  Babasının  sözleri  onun  içine  ayna  tutmuş  ve  hissiyatını kesinleştirmişti. Lazarus’u  da  onu  harekete  geçirmek  için  kullanmıştı. Artık  şüphe  duymuyordu.

Mezara  dönüp  şöyle  seslendi : ‘’Baba! Lazarus  hala  ölmedi. Bizim  ölmemiz  onu  ortadan  kaldırmaz . Fakat  belki  onu  yavaşlatabilir. ‘’

Yere  çöktü  ve  mezarın  başında  ağlamaya  başladı. Babasının  ölümüne  duyduğu  acıdan  değil , yaşamın  ona  verdiği  yüce  bıkkınlık  duygusundan  dolayı  ağlıyordu. Yıllar  önce  okuduğu  bir  şiirin  birkaç  dizesi  beynine  vuruyordu :

                   öyle  bir  müzik  düşlüyoruz
                   hayatın  en  küçük  kırıntısından  yoksun
                   isteğimiz  bile  değil  artık
                   bir  virgüldeki  yalancı  sessizlik

Elini  cebine  atıp  kapsülü  çıkardı. Aynı  şiirdeki  o  yüce  dinginlik  hissine  ulaşmak  için  namütereddid  kapsülü  yutup  hayatına  o  küçücük  ve  yuvarlak  noktayı  koydu .


                                                                 
                                                                           Mustafa  Barca

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder