30 Aralık 2011 Cuma

City Of God

“Ece Ayhan’ın Şahsında
  Bütün Kenar Mahalle
 Çocukları İçin Bir   Dakikalık
 Saygı Duruşu”


City Of God

Suratı çok dikişli bir terzi
Gibidir Hakan
Sağ kaşından ve başından
Irmaklar akar

İki biraya sestir
Tavı Emrah
En eski zamanlardan arabesk

Merkeze çizilmiş bir kavis
Yozgatlılık oturur
Çekirdek çitler Şaban’ ın bacaklarında

Ve niceleri daha
Avuçlarında rüyalarını arayanlar örneğin
Ya da ağaca bağlanmıştır
Sarışındır oğlandır

Gece bu çocukları örtmedi
Ölü bıçaklar
Orman kelebek
Kanadı uzandılar
Şehir sus dalı

Gece bu çocukları örtmedi
Yeni bir tepe bulmak için
Kovulmak aradılar

                                                                       Kemal Soydan

26 Aralık 2011 Pazartesi

                                            Karartı


      Babasından  yediği  dayakla  akşam  karanlığında  gurur  yaparak  dükkandan  fırlayan  çocuk  farkında  olmadan  o  kadar  çok  yürümüştü  ki  nerelere  geldiğini  bilemiyordu . Bir  karanlık  sokaktan  diğer  karanlık  sokağa  geçiyordu.
      Aniden  durdu . Kafasını  kaldırdı . Bu  bir  çıkmaz  sokaktı . Tedbirli  bir  şekilde  yürüyerek  sokağın  sonundaki  binanın  dış  merdivenlerine  oturdu . Başını  ellerinin  arasına  alarak  düşünmeye  başladı .


      Akşam  karanlığı  Etrafta  kimse  yok.


      Bir  zaman  sonra  çocuk  başını  kaldırdı . Sokağın  başından  kendisinin  bulunduğu  noktaya  doğru  hafif  sendeleyerek  yaklaşan  dalgalı  bir  karartı  gördü. Çocuk  ilk  başta  ne  olduğunu  anlayamadı . Yaklaştıkça  korkmaya  başladı . Karartı  gittikçe  belirginleşiyordu . Çocuk  ayağa  kalktı . Arkasındaki  binanın  kapısına  doğru  seğirtti . Kapıyı  itti . Açamadı .
      Arkasını  döndü . Karartı  çok  yaklaşmıştı . Birden  ağlamaya  başladı . Sesi  giderek  yükseldi , sokak  inlemeye  başladı .
      Karartı  geldi . Çocuğun  tam  önünde  durdu . Çocuğun  bir  anda  sesi  kesildi . Bir  süre  öylece  kaldı , karartıya  bakarak.



     


     Çocuk  artık  evinde , babasının kucağındaydı . Yatma  vakti  gelmişti . Yere  yatak  serilmiş , yastıklar  konulmuştu . Çocuk  hiç  beklemeden  kendini  yatağa  attı . Babası  yanına  geldi . Tam  yatıyordu  ki  çocuk : ‘’Baba , dedi . Işığı  söndür . Artık  karanlıktan  korkmuyorum . ‘’

                                                                        Karartı / Mustafa  Barca

24 Aralık 2011 Cumartesi

Belirsizlik

 Belirsizlik


Bir şeyler yüreğimdedir mahpus gizli
Doluyum bir dertliyim nedir bunun sebebi
Herkes gider herkes kalır, yener yenilir
Özledim heyecan duygusunu hayat ezgisini




İçimdeki aşıklar son savaşı da kaybetti
Özlenenenler beklenenler hep yitirildi
Elimde kalan sadece koca bir boşluk
Bekliyorum ama bilmiyorum ki kimi neyi


21.09.2011                                                      Ahmet Soyata

20 Aralık 2011 Salı


                                                Zelzele


        O  gün  mahalledeki  binaların  ışıklarına  bir  yenisi  daha eklenmişti.
           
        Gece  yarısından  sonra  ışıklar  azalmaya  başladı. Bir  o  yeni ışık  söneceğe  benzemiyordu.
          
        Biraz sonra yeni ışık hariç hepsi söndü. Ardından yeni ışık da rahat ve usul bir şekilde sönmeye başladı.
    





          






          



          Ve  çok  geçmeden  bütün  binalar  yıkıldı.


                                                                         
                                            



                                               Küçürek  Hikayeler / Mustafa  Barca

19 Aralık 2011 Pazartesi

var mıdır acaba bu bekleyişimin bir cevabı
kuruyor yavaş yavaş acıyarak gönlümün pınarı


bildim ki bekleyen sevdamın sahibi yokdur
geçdiğim yollar önüme hep yokuşdur


kimseler bilmez gönlümde yanan kor ateşi
anlamazlar ki birgün nedir bunun derdi


kalır ancak bir elem ben gedadan
serüvenden beklenenden bu aşktan


sevin sevilin bırakınız ben yanam
işte karşınızda gamsız mutlu adam    


                                                           Ahmet Soyata



16 Aralık 2011 Cuma



                                      eksik

                       gözüm  yerlerde  dolaşıyorum  artık
                       yükseğe  ulaşamamanın  verdiği  imkansızlıkla
       

                       belki   yerde  daha  güzeli(ni)  görüyorum
                       belki  de  imkansızlığa  karşı  bir  yetinmelik

















                        bağlarsa  eğer  bir  gün  gözüm(n)ü 
                        işte  o  zaman  semaya  da  bakma(m)

                                                                                       
                                                                         mustafa barca 

15 Aralık 2011 Perşembe

Osman Hamdi Bey'e
        
         Arnavut kaldırımı bir yoldan beş dakika kadar yürüdük, gişelerden geçtik. Geniş bir avluyla karşılaştık: sol taraftaki küçük heykel bahçesi, sağda yükselen müze binası, onun hemen önünde birkaç ağaç, lahidler ve başsız, bacaksız, kolsuz heykeller... Yüksek dört sütunun altındaki kapıdan içeri girdik. Osman Hamdi Bey' in hatırasına ayrılmış bölümle biraz ilgilendikten sonra büyük bir kısmı eski zaman ölülerine tahsis edilmiş sol koridora doğru ilerledik.
         Kimi zaman yere duldalanmış, kimi zaman bir camekan içinde sergilenen iskeletler, üzerinde hiyeroglif yazıları bulunan insan biçimli mezar sandukaları ve nihayet biraz daha ileride camların arkasında parlayan, onu uzaktan göreni, bilinmeyen arkaik bir dille yanına çağıran lahd-i kadim:

İSKENDER' İN LAHDİ





                            Tiger, tiger burning bright
                            In the forests of the night,
                            What immortal hand or eye
                            Could frame thy fearful symmetry? ...
                                     
                                                                           William Blake

         Sana şekil veren el, hangi eldi? Ey ladh-i kadim! Seni, senden önce mermer kütlende gören hangi gözdü?
         Büyük tiranlar, yarı tanrı yarı insanlar, köleler, kadınlar, kartallar, aslanlar ve diğerleri hep birden aynı sahnenin, aynı dekorun içinde karşımda duruyorlar. Rembrandt' ın karanlıklar içinde birden patlayan ışığı, Goya' nın renklerini lahdin üzerine taşıyor. Zaman denen ağın zarı çatlamış, ve o çatlağın içinden geçmiş bütün varlığıyla beynime dökülüyor. Ömrümde ilk kez, bir medeniyet noksanımız olan plastik sanatların mahiyetini tam manasıyla idrak ediyorum.
         Bizde edebiyat ve diğer tüm güzel sanatlar plastiğin yokluğu neticesinde bir yönüyle eksiktir: ŞEKİL! Plastikteki şekil verme gücü aslında bir üslup meselesidir. Şekil, içeride olanı bir kalıba sokması, hedefe yönlendirmesi sebebiyle sadece bir vasıta değil, aynı zamanda bir yaşayışı ve dünya görüşünü aksettirmesi vesilesi ile de kültürü oluşturan mühim bir şubedir. Plastikte şekil karşımızdadır ve ona nüfuz etmek, onu anlamak, notaya, kelimeye yahut diğer araçlara dokunmaktan kolaydır. Batı tüm güzel sanatlarında plastiğin bu imkanından ciddi manada güç alır.
         İşte şimdi Batı kültürünü oluşturan bu şubenin en önemli eserlerinden birine bakıyorum. Atomlar dans ediyor, zerreler bir bütüne, bir varoluşa doğru gidiyor, şekil alıyor. Aydında buradan bir estetik düşüncesine ulaşıyor:

         "Fikrin, karakterin, ruhun örneği, sanatkârın içindedir. O, bunlara etle kemik yaratır, onların uzuvlarını manalandırır, nisbetlerden feragat edemez. Nisbetleri göz önünde bulundurması şarttır. Ama bu nisbetler hiç bir zaman sanatın mahiyeti, yahut da tesirinin sebebi değildir. Kendisine şekil yaratan ruhdur tesir eden."

                                                                           Herder

         Melahat Özgü Goethe' nin de organik estettiğini inşa ederkern plastikten feyz aldığına dikkat çeker. Strassburg katedralinin sahip olduğu estetiğin ona söylettirdiklerine kulak verelim:

         "Sabah havasının parıltısı içinde ne kadar da zinde parlıyordu (Katedral ). Ona ferah ferah kollarımı açabilir, o büyük ahenkli kitlelere bakabilirdim. Onda, edebî tabiatın eserleri gibi sayısız, küçük parçacıklar halinde her şey canlanmış, en küçük çizgilere varıncaya kadar her şey şekil almış, her şey bir bütün uğruna gayelendirilmiştir."

        
         Balzac' ın tabiat tasvirlerinde çağdaşı olduğu ressamlardan ne kadar faydalandığını biliyoruz. Yahya Kemal nesre ve "resme" hakim olabilseydik “milliyetimizin” çok farklı bir yerde olabileceğini belirtir. Biz plastiğin imkanına çok zaman sonra, önce Fransız bugünse İngiliz kanalıyla açılabildik. Unutuğumuz şeyse Batı' nın plastiğinin ve diğer güzel sanatlarının en evvel Latin Ve Grek olduğudur.

         Görenek ve sunni akidenin baskınlığı bu kaynağa ulaşamamızda etkindir. Peygamber belki de içimizdeki, zihnimizdeki putları yıkmalıydı. İşte o zaman her şey daha farklı olabilirdi. Plastiği "kaynağı kendimize ait olan" bir yöntemle sahiplenebilir, böylece onu bir taklidin, bir özentinin dışında tam manasıyla anlayabilirdik ki bunu "gecikmişlik" veyahut "çocukluk" durumunun tespitinin verdiği hissiyatla söylemiyoruz:
        
                            ibrahim
                            içimdeki putları devir
                            elindeki baltayla
                            kırılan putların yerine
                            yenilerini koyan kim...
                                                        Asaf Halet Çelebi

         "Peki ya Osman Hamdi Bey?" diyeceksiniz. Haşim' in canım

                            uzak
                            ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak,
                            bu neyf ü hicre müebbed bu yerde mahkumuz.

mısraları acaba onun için de muhayyel bir alemi çağrıştırır mı? Yoksa o çoktan Tuba' sını bulmuş ve bu Tuba' nın saçakları altında açık bir göğe bakmakta mıdır? Ne olduğunu bilmiyoruz, fakat olmasını istediğimiz şeyi söylüyoruz ki bizce şu anda ona hakim olan duygu üzerine düşeni yapmış olmanın verdiği huzur ve mutluluktur. Bırakalım, uyusun.

                                                                              Kemal Soydan