Osman Hamdi Bey'e
Arnavut kaldırımı bir yoldan beş dakika kadar yürüdük, gişelerden geçtik. Geniş bir avluyla karşılaştık: sol taraftaki küçük heykel bahçesi, sağda yükselen müze binası, onun hemen önünde birkaç ağaç, lahidler ve başsız, bacaksız, kolsuz heykeller... Yüksek dört sütunun altındaki kapıdan içeri girdik. Osman Hamdi Bey' in hatırasına ayrılmış bölümle biraz ilgilendikten sonra büyük bir kısmı eski zaman ölülerine tahsis edilmiş sol koridora doğru ilerledik.
Kimi zaman yere duldalanmış, kimi zaman bir camekan içinde sergilenen iskeletler, üzerinde hiyeroglif yazıları bulunan insan biçimli mezar sandukaları ve nihayet biraz daha ileride camların arkasında parlayan, onu uzaktan göreni, bilinmeyen arkaik bir dille yanına çağıran lahd-i kadim:
İSKENDER' İN LAHDİ
Tiger, tiger burning bright
In the forests of the night,
What immortal hand or eye
Could frame thy fearful symmetry? ...
Could frame thy fearful symmetry? ...
William Blake
Sana şekil veren el, hangi eldi? Ey ladh-i kadim! Seni, senden önce mermer kütlende gören hangi gözdü?
Büyük tiranlar, yarı tanrı yarı insanlar, köleler, kadınlar, kartallar, aslanlar ve diğerleri hep birden aynı sahnenin, aynı dekorun içinde karşımda duruyorlar. Rembrandt' ın karanlıklar içinde birden patlayan ışığı, Goya' nın renklerini lahdin üzerine taşıyor. Zaman denen ağın zarı çatlamış, ve o çatlağın içinden geçmiş bütün varlığıyla beynime dökülüyor. Ömrümde ilk kez, bir medeniyet noksanımız olan plastik sanatların mahiyetini tam manasıyla idrak ediyorum.
Bizde edebiyat ve diğer tüm güzel sanatlar plastiğin yokluğu neticesinde bir yönüyle eksiktir: ŞEKİL! Plastikteki şekil verme gücü aslında bir üslup meselesidir. Şekil, içeride olanı bir kalıba sokması, hedefe yönlendirmesi sebebiyle sadece bir vasıta değil, aynı zamanda bir yaşayışı ve dünya görüşünü aksettirmesi vesilesi ile de kültürü oluşturan mühim bir şubedir. Plastikte şekil karşımızdadır ve ona nüfuz etmek, onu anlamak, notaya, kelimeye yahut diğer araçlara dokunmaktan kolaydır. Batı tüm güzel sanatlarında plastiğin bu imkanından ciddi manada güç alır.
İşte şimdi Batı kültürünü oluşturan bu şubenin en önemli eserlerinden birine bakıyorum. Atomlar dans ediyor, zerreler bir bütüne, bir varoluşa doğru gidiyor, şekil alıyor. Aydında buradan bir estetik düşüncesine ulaşıyor:
"Fikrin, karakterin, ruhun örneği, sanatkârın içindedir. O, bunlara etle kemik yaratır, onların uzuvlarını manalandırır, nisbetlerden feragat edemez. Nisbetleri göz önünde bulundurması şarttır. Ama bu nisbetler hiç bir zaman sanatın mahiyeti, yahut da tesirinin sebebi değildir. Kendisine şekil yaratan ruhdur tesir eden."
Herder
Melahat Özgü Goethe' nin de organik estettiğini inşa ederkern plastikten feyz aldığına dikkat çeker. Strassburg katedralinin sahip olduğu estetiğin ona söylettirdiklerine kulak verelim:
"Sabah havasının parıltısı içinde ne kadar da zinde parlıyordu (Katedral ). Ona ferah ferah kollarımı açabilir, o büyük ahenkli kitlelere bakabilirdim. Onda, edebî tabiatın eserleri gibi sayısız, küçük parçacıklar halinde her şey canlanmış, en küçük çizgilere varıncaya kadar her şey şekil almış, her şey bir bütün uğruna gayelendirilmiştir."
Balzac' ın tabiat tasvirlerinde çağdaşı olduğu ressamlardan ne kadar faydalandığını biliyoruz. Yahya Kemal nesre ve "resme" hakim olabilseydik “milliyetimizin” çok farklı bir yerde olabileceğini belirtir. Biz plastiğin imkanına çok zaman sonra, önce Fransız bugünse İngiliz kanalıyla açılabildik. Unutuğumuz şeyse Batı' nın plastiğinin ve diğer güzel sanatlarının en evvel Latin Ve Grek olduğudur.
Görenek ve sunni akidenin baskınlığı bu kaynağa ulaşamamızda etkindir. Peygamber belki de içimizdeki, zihnimizdeki putları yıkmalıydı. İşte o zaman her şey daha farklı olabilirdi. Plastiği "kaynağı kendimize ait olan" bir yöntemle sahiplenebilir, böylece onu bir taklidin, bir özentinin dışında tam manasıyla anlayabilirdik ki bunu "gecikmişlik" veyahut "çocukluk" durumunun tespitinin verdiği hissiyatla söylemiyoruz:
ibrahim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim...
Asaf Halet Çelebi
"Peki ya Osman Hamdi Bey?" diyeceksiniz. Haşim' in canım
uzak
ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak,
bu neyf ü hicre müebbed bu yerde mahkumuz.
mısraları acaba onun için de muhayyel bir alemi çağrıştırır mı? Yoksa o çoktan Tuba' sını bulmuş ve bu Tuba' nın saçakları altında açık bir göğe bakmakta mıdır? Ne olduğunu bilmiyoruz, fakat olmasını istediğimiz şeyi söylüyoruz ki bizce şu anda ona hakim olan duygu üzerine düşeni yapmış olmanın verdiği huzur ve mutluluktur. Bırakalım, uyusun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder