Ölüme Toplanan Yapraklar
Sonsuz bir zemin…
Üzerinde geniş aralıklarla mezarların yayıldığı, ucu bucağı olmayan dümdüz bir zemin…
Bitimsiz toprağın bir zerresini olsun kıpırdatacak hava akımından yoksun, bir yönünün diğer yönleriyle farksız olduğu, bir aynılık tabiatının hüküm sürdüğü bir zemin…
Bu öyle bir aynılık ki, sonsuzluk hissi veren görüntü aynı zamanda çok dar ve ufak bir kara parçasına da bürünebiliyordu. En alçak bir fısıltıya boyun eğmeyen sessizlik, kurduğu hakimiyetle mezartaşlarını daha belirgin kılıyordu. Onların ihtişamlı büyüsünü arttırıyordu. Üzerinde zemine örtülmüş çarşaf izlenimi bırakan, muhtevasında hiçbir gök cisminin bulunmadığı, kapkara, sonsuz gökyüzü. Mezartaşları yazılarının sapsarı parıldayışları, göğün saçtığı karanlıkla birleşerek zeminde loş bir görünüm oluşturuyordu. Bu kuvvetli parıldayışlar yazıların biçimlerini yansıtıyor, art arda dikilmiş taşlarda belirgin motifler oluşturuyordu. Etrafında mezarlardan başka hiçbir varlığın bulunmadığı bu zemin muhteşem bir tekdüzelik örneği oluşturuyordu. Şaşmaz biçimde bütün mezarların ve taşların ortalama bir insan boyu uzunluğundaki düzeni, taşların her birinin aynı yönde ve aynı derecede hafif biçimde sola devrik görünüşleri, bu tekdüzelik manzarasının kendinde farklılık oluşturacak bir varlığı şiddetle arzu ettiğini hissettiriyordu.
Çok geçmeden bu şiddetli arzuya cevap verildi. Mezarlardan birinin üzerine uzanmış bir adam göründü. Gözleri kapalı. Yatağına henüz yatmış birinin uyumaya çalışmasını andırıyordu. Uzun aralıklarla hareket ediyor, sağa sola dönüyordu. Bir süre sonra hareketleri kesildi. Uykuya daldı.
& & &
Adam birkaç saat sonra şiddetli esen rüzgar ve onun sesiyle uyandı. Gözünü açtığı anda simsiyah gökyüzü ile karşılaştı. Yavaşça kalktı. Etrafa baktı. Afalladı. Uyku sersemliği, şaşkınlık ve azımsanamayacak derecede korkuyla yoğurulmuş bir ruh haliyle gördüklerine anlam vermeye çalıştı. Korku vücudunu gittikçe sarıyordu. Ne olduğunu, buraya nasıl geldiğini bilmiyordu. Öldüğü fikri, bu sorulara karşı zihninde beliren tek cevaptı. Şimdi bir mezartaşı çölünün ortasındaydı. Hiçbir hayat belirtisinin olmadığı bu yerde yalnızlığın çoğul acısını duyuyordu.
Ayakta beklemenin korkuyu daha da arttıracağını düşünerek yürümeye başladı. Fakat birkaç adım sonra durdu. Nereye baksa mezar. Nereye gitse sanki hiç yer değiştirmeyecekmiş hissine kapılıyordu. Sonsuzluğun timsali olan bu mechul yer, adama artık sıkıntı veriyordu. Ona çok dar ve sınırlı bir alan gibi geliyordu. Bir labirente atılmış hissiyle umutsuzca hangi yöne gideceğini düşünüyordu.
Rüzgar, sesiyle birlikte adamın dikkatini kendine çekmişti. Rüzgarın sert fakat ılık esişi adama garip gelmişti.Aynı zamanda çıkardığı ses de adamda farklılık uyandırmıştı. Zihninde bir an tanıdığı bir gürültü belirdi. Bu seste bir hayat kırıntısı seziyordu. Manzaranın tümüne hakim olan sessizliği bir nebze unutturan bu ses, durgunluğun ve ölgünlüğün bağrına eserek onların uyandırdığı müdhiş korkuyu hafifleten bu rüzgar adama biraz cesaret vermişti. Rüzgarın estiği yöne doğru hareket etmeye başladı. Korkunun neden olduğu tehlikeli kuruntularla taşların arasından çekinerek yürüyordu. Bir an durdu. Önündeki taşın yazıları yabancı değildi. Hemen çevresindeki taşları da incelemeye başladı. Arap harflerinden oluşan bu yazılar gördüğü bütün taşlarda aynıydı. Yazıları şekillerinden, kıvrımlarından tanıdı. Fakat bu yazıları bir türlü okuyamıyordu. Gördüğü bütün taşların aynı olması, bu sonsuz zemindeki taşların da aynı olmasını düşündürüyordu. Korkusu, şaşkınlığı bir kat daha arttı. Zihni bulandı. Yazıların değişmezliği zihninde kendi ismini canlandırdı.
Kendini gayretlendirerek aynı yönde ilerledi. Önüne çıkan her taşa bakıyor, onu öncekilerle karşılaştırıyordu. Değişmez bir aynılık. Kendine yapılan bu ağır şakayı beynini parçalarcasına düşünerek bayağı yol kat etti. İleriye bakınca uzak bir noktada sanki bu aynılığı bozan bir şey gördü. Yaklaştıkça diğer taşlardan daha büyük olduğunu kestirdi. Hızını arttırdı. Yeteri kadar yaklaştıktan sonra tehlike hissiyle durdu. Karşısında diğerlerinden iki kat büyük bir mezartaşı ve boş bir mezar vardı. Çukurdan hafif sesler geliyordu. Bir insan sayıklamasıydı. Taştaki yazıyı zor da olsa kestirdi. Diğer taşlardaki yazının aynısıydı. Kendine cesaret verip ona doğru yürüdü. Fakat bu mezar adam yaklaştıkça geri gidiyor, gözden kayıyordu. Aradaki mesafe değişmiyordu. Biraz daha uğraştıktan sonra adam durdu. Boş mezardan gelen insan sayıklaması gittikçe yükselmeye başladı. Anında adam bunun kendi sesi olduğunu fark etti. Ne dediği anlaşılmayan kendi sesi daha da yükseliyordu. Adamın yüzü sararıyor, korkusu sınırlarını zorluyordu.
Ses en sonunda kesintisiz bir çığlığa dönüştü. Kendi sesini duydukça çıldıracak gibi oluyordu. Bundan kaçmak için hemen geriye doğru koşamaya başladı. Fakat o ne kadar giderse mezar ve çığlık da onunla birlikte geliyor, aradaki mesafe sürekli korunuyordu. Mezara yaklaşamadığı gibi şimdi de ondan kaçamıyordu. Adam çaresiz durdu. Belki de durmak zorunda hissetti. Çok yorgundu. Kulaklarını esir alan bu çığlığı kabullenerek oturdu. Mezartaşının birine sırtını dayadı. Rüzgarın sesiyle birleşen bu çığlık, adama yaşam ve ölümün birlikteliği gibi geliyordu. Çığlığın baskınlığı, adama, ölüme lanet ettirdi.
Birazdan rüzgar hafiflemeye, ses ve çığlık azalmaya başladı. Adam da gittikçe bitkinleşiyordu. Bir ara dalmış, sonra tekrar uyanmıştı. Mezardan gelen çığlık tekrar sayıklamaya dönüştü. Rüzgar ve sesiyle beraber tamamen kesildi. Adam tekrar uykuya dalmış, ilk baştaki durumuna geri dönmüştü.
& & &
İhtiyar uyandı. Üzerindeki ağır yorganı kaldırmaya gücü yetmeyince bir süre hareketsiz kaldı. Yorganın ucundaki çenesini okşayan kırmızı iplik parçasını güçlükle söküp divanın altına bıraktı. Gözlerini tavana dikti. Kabusu düşünüyordu. Senelerdir huy haline getirdiği sakallarını karıştırmaya başladı. Gözlerinde en ufak bir şaşkınlık, korku yoktu. Bu yaşına kadar birçok kez aynı kabusu görmüştü. Her görüşünde içinden kendi çığlıklarının yükseldiği o büyük mezara biraz daha yaklaşıyordu. Şimdiye dek gördüğü kabusları iyi hatırlıyordu. Fakat taşlardaki yazıları kabus anında okuyamadığı gibi uyandığı zaman da hatırlayamıyordu. Yine de onlarda kendi isminin yazdığına emindi. Az bir yolunun kaldığını düşünerek sabrının karşılığını alacağı için seviniyordu.
Gücünü toplayıp yorganı üstünden attı. Bir hamlede kalktı. Sabahın itici soğuğunu çıplak kollarında hissetti. Aceleyle dışarıdan odun getirip sobayı yaktı. Sonra takvimin o günkü yaprağını koparıp ayaküstü okudu. Kitaplığından büyükçe bir zarf çıkardı. İçindeki takvim yapraklarını aldı. Yeni kopardığı yaprağı da tarihsel sırayla diğerlerinin üzerine koyarak zarfa kapattı. Camın önünde duran küllüğü aldı. İzmaritleri kızgın bir şekilde yanan sobaya attı. Koltuğuna devrildi. Bir sigara yaktı. Eli sehpanın üzerindeki radyoya uzandı. Fakat dokunmadan geri geldi. Bozuk olduğunu bir an unutmuştu. Sobanın gürültüsünü dinlemeye başladı.
Mustafa Barca