Ölüm Sonatı
Koyu ve donuk bir öğle vaktiydi. Sobanın kalın gürültüsüyle yağmurun huzur dolu o ince melodisi bir yaşam sonatı oluşturacak şekilde adamın kulağına doluyordu.
Sobanın yanına oturmuş -yapacak hiçbir şeyi olmadığı , olsa da yapamadığı için- babasının ölmeden önce bıraktığı kitabı okuyordu . Babası kitabı verirken ölümünden üç gün sonra okumasını söylemişti . Bir hikaye kitabı : Lazarus.
Hikaye kahramanlarına pek aldırış etmezdi . O zamana kadar okuduklarından kendine uygun bir kahraman görememişti. Okumaya da bu yüzden uzun bir süre ara vermişti . Fakat babasının vasiyeti niteliğindeki bu kitaba başka bir merakla bakmış , onu ayrı bir dikkatle okuyordu .
Gittikçe daha çok gömülüyordu . Hikayenin baş kahramanı Lazarus , okuyucusunu kendine sarmayı oldukça kolay başarmıştı . Adeta onu ablukaya almıştı . Sıkıntılı , sayıklayan ve ölgün bir karakter olmasına karşın…
Sona yaklaşmıştı ki iki paragrafın boşluğuna sıkıştırılmış yazılar gördü. Yazı gayet düzgünce ve kurşun kalemle yazılmıştı. İki cümle : ‘’Mezarıma gel! Resmimi kır! ‘’
Hikayeyi bitirdi . Gözlerini kapatıp malum yaşam sonatını dinleyerek düşünmeye başladı. Kitabı okumadan önce ona büyük bir huzur ve ferahlık veren bu müzik artık onda dayanılmaz bir iç karartısı ve bıkkınlık uyandırıyordu. Ve bir de ölme arzusunu …
Yaşam sonatı yerini ölüm sonatına bırakmıştı...
& & &
Her tarafı çamurlanmış bir halde mezarlıktaydı. Kısa bir göz gezdirmeden sonra babasının mezarını kolaylıkla buldu. Mezar taşının önünde durup şişkin toprak üzerindeki solmuş tek güle bakarak düşünmeye koyuldu.
Düşünceleri ona müdhiş bir cesaret vermişti. Hemen harekete geçip mezar taşının üst tarafındaki babasının simgesi olan resmi bir taş darbesiyle kırdı. Alçı resim parçalara ayrılarak toprağa döküldü. Resmin yerinde şimdi küçük bir bölme , bölmenin içinde de rulo halinde bir kağıt vardı.Yavaşça kağıdı çıkardı. Açtığında içinden küçük bir şeyin düştüğünü gördü. Yerden alıp kısa süren incelemeden sonra cebine attı ve kağıdı okumaya başladı :
‘’Oğlum ! Eğer senin üzerinde biraz da olsa bana karşı bir saygı bırakabildiysem ölümümün üçüncü gününde bu kağıdı okuyor olacaksın. Beni sevmediğini biliyorum. Ben hayattan bıkmış , hiçbir heyecan taşımayan biriyim. Ne yazık ki sen de bana benziyorsun. Ben , sana karşı davranışlarımda her zaman bunu değiştirmek , senin hayata bağlı, hayatı seven biri olman için uğraştım. Fakat ne yazık ki bunu başaramadım. Bu bir hastalık gibidir oğlum. Benden sana bulaştı. Senden de başkasına bulaşacak.
Biliyorsun ki herkes benim ecelimle öldüğümü biliyor. İntihar ederek öldüğümü yalnız sen biliyorsun. Burası bana göre bir yer değildi. Öyle tahmin ediyorum ki senin için de durum aynı. Sana verdiğim kitap beni etkilediği kadar seni de etkileyecektir, bundan eminim. Ve senin usanmışlığını daha da dizginleyecek. Çok benimsediğim bir söz vardır oğlum : ‘’Ya olduğun gibi yaşa , ya da olamadığın gibi öl.’’ Yaşam , öncesi ve sonrası olmayan bir ölümdür. Ben olmaktan bıktım ya da hiç olamadım.Bunu maalesef sana da bulaştırdım. Kendimden nefret ediyorum. Beni affetmeni hiçbir şekilde isteyemem fakat senden başka bir şey isteyebilirim :
Kağıdı aldığın zaman içinde küçük bir kapsül bulacaksın. Onu al ve benim yaptığımı yap.Yoksa bu illet giderek yayılacak. Senden son isteğim budur. Bunu yapmak da sana kalmış. ‘’
Önceden bazı şeylerde bir hayat kırıntısı bulmaya uğraşırdı. Ve kendini bunlarla kandırırdı. Onların da zamanla yavanlaştığının farkına varmış fakat bunu her düşüncesinde inkar etmişti. Babasının bu sözlerini düşünürken adam kendini daha iyi tanımaya başlıyordu. Kuşkusuz onun yaşına geldiğinde o da aynı şekilde olacaktı. Asıl içindekinin ne olduğu ortaya çıkmıştı. Babasının sözleri onun içine ayna tutmuş ve hissiyatını kesinleştirmişti. Lazarus’u da onu harekete geçirmek için kullanmıştı. Artık şüphe duymuyordu.
Mezara dönüp şöyle seslendi : ‘’Baba! Lazarus hala ölmedi. Bizim ölmemiz onu ortadan kaldırmaz . Fakat belki onu yavaşlatabilir. ‘’
Yere çöktü ve mezarın başında ağlamaya başladı. Babasının ölümüne duyduğu acıdan değil , yaşamın ona verdiği yüce bıkkınlık duygusundan dolayı ağlıyordu. Yıllar önce okuduğu bir şiirin birkaç dizesi beynine vuruyordu :
öyle bir müzik düşlüyoruz
hayatın en küçük kırıntısından yoksun
isteğimiz bile değil artık
bir virgüldeki yalancı sessizlik
Elini cebine atıp kapsülü çıkardı. Aynı şiirdeki o yüce dinginlik hissine ulaşmak için namütereddid kapsülü yutup hayatına o küçücük ve yuvarlak noktayı koydu .
Mustafa Barca