9 Nisan 2012 Pazartesi


                            Ölüme  Toplanan  Yapraklar


Sonsuz  bir  zemin…

Üzerinde  geniş  aralıklarla  mezarların  yayıldığı, ucu  bucağı  olmayan  dümdüz  bir  zemin…

Bitimsiz  toprağın  bir  zerresini  olsun  kıpırdatacak  hava  akımından  yoksun, bir  yönünün  diğer  yönleriyle  farksız  olduğu, bir  aynılık  tabiatının  hüküm  sürdüğü  bir  zemin…

Bu  öyle  bir  aynılık  ki, sonsuzluk  hissi  veren  görüntü  aynı  zamanda  çok  dar  ve  ufak  bir  kara  parçasına  da  bürünebiliyordu. En  alçak  bir  fısıltıya  boyun  eğmeyen  sessizlik, kurduğu  hakimiyetle  mezartaşlarını  daha belirgin  kılıyordu. Onların  ihtişamlı  büyüsünü  arttırıyordu. Üzerinde  zemine  örtülmüş çarşaf  izlenimi  bırakan, muhtevasında  hiçbir  gök  cisminin  bulunmadığı, kapkara, sonsuz gökyüzü. Mezartaşları  yazılarının  sapsarı  parıldayışları, göğün  saçtığı  karanlıkla  birleşerek  zeminde  loş  bir  görünüm  oluşturuyordu. Bu  kuvvetli  parıldayışlar  yazıların  biçimlerini  yansıtıyor, art  arda dikilmiş  taşlarda  belirgin  motifler  oluşturuyordu. Etrafında  mezarlardan  başka  hiçbir  varlığın  bulunmadığı  bu  zemin  muhteşem  bir  tekdüzelik  örneği  oluşturuyordu. Şaşmaz biçimde  bütün  mezarların  ve  taşların  ortalama  bir  insan  boyu  uzunluğundaki  düzeni, taşların  her  birinin  aynı  yönde  ve  aynı  derecede  hafif   biçimde  sola  devrik  görünüşleri, bu  tekdüzelik  manzarasının  kendinde  farklılık  oluşturacak  bir  varlığı  şiddetle  arzu  ettiğini  hissettiriyordu.

Çok  geçmeden  bu  şiddetli  arzuya  cevap  verildi. Mezarlardan  birinin  üzerine  uzanmış  bir  adam  göründü. Gözleri  kapalı. Yatağına  henüz  yatmış  birinin  uyumaya  çalışmasını  andırıyordu. Uzun  aralıklarla  hareket  ediyor, sağa  sola  dönüyordu. Bir  süre  sonra  hareketleri  kesildi. Uykuya  daldı.

         &                                            &                                            &

Adam  birkaç  saat  sonra  şiddetli  esen  rüzgar  ve  onun  sesiyle  uyandı. Gözünü  açtığı  anda  simsiyah  gökyüzü  ile  karşılaştı. Yavaşça  kalktı. Etrafa  baktı. Afalladı. Uyku  sersemliği, şaşkınlık ve  azımsanamayacak  derecede  korkuyla  yoğurulmuş  bir  ruh  haliyle  gördüklerine  anlam  vermeye  çalıştı. Korku  vücudunu  gittikçe  sarıyordu. Ne  olduğunu, buraya  nasıl  geldiğini  bilmiyordu. Öldüğü  fikri, bu  sorulara karşı  zihninde  beliren  tek  cevaptı. Şimdi  bir  mezartaşı  çölünün  ortasındaydı. Hiçbir  hayat  belirtisinin  olmadığı  bu  yerde  yalnızlığın  çoğul  acısını  duyuyordu.

Ayakta  beklemenin  korkuyu  daha  da  arttıracağını  düşünerek  yürümeye  başladı. Fakat  birkaç  adım  sonra  durdu. Nereye  baksa  mezar. Nereye  gitse  sanki  hiç  yer  değiştirmeyecekmiş  hissine  kapılıyordu. Sonsuzluğun  timsali  olan  bu  mechul  yer, adama  artık  sıkıntı  veriyordu. Ona  çok  dar  ve  sınırlı  bir  alan  gibi  geliyordu. Bir  labirente  atılmış  hissiyle  umutsuzca  hangi  yöne  gideceğini  düşünüyordu.

Rüzgar, sesiyle  birlikte  adamın  dikkatini  kendine  çekmişti. Rüzgarın  sert  fakat  ılık  esişi  adama garip  gelmişti.Aynı  zamanda  çıkardığı  ses de  adamda farklılık  uyandırmıştı. Zihninde  bir  an  tanıdığı  bir  gürültü  belirdi. Bu seste  bir  hayat  kırıntısı  seziyordu. Manzaranın  tümüne  hakim  olan  sessizliği  bir  nebze  unutturan  bu  ses, durgunluğun  ve  ölgünlüğün  bağrına  eserek  onların  uyandırdığı  müdhiş  korkuyu  hafifleten  bu  rüzgar  adama  biraz  cesaret  vermişti. Rüzgarın  estiği  yöne  doğru  hareket  etmeye  başladı. Korkunun  neden  olduğu  tehlikeli  kuruntularla  taşların  arasından  çekinerek  yürüyordu. Bir  an  durdu. Önündeki  taşın  yazıları  yabancı  değildi. Hemen  çevresindeki  taşları  da  incelemeye  başladı. Arap  harflerinden  oluşan  bu  yazılar  gördüğü  bütün  taşlarda  aynıydı. Yazıları  şekillerinden, kıvrımlarından  tanıdı. Fakat  bu  yazıları  bir  türlü  okuyamıyordu. Gördüğü  bütün  taşların  aynı  olması, bu  sonsuz  zemindeki  taşların  da  aynı  olmasını  düşündürüyordu. Korkusu, şaşkınlığı  bir  kat  daha  arttı. Zihni  bulandı. Yazıların  değişmezliği  zihninde  kendi  ismini  canlandırdı.

Kendini  gayretlendirerek  aynı  yönde  ilerledi. Önüne  çıkan  her  taşa  bakıyor, onu  öncekilerle  karşılaştırıyordu. Değişmez  bir  aynılık. Kendine  yapılan  bu  ağır  şakayı  beynini  parçalarcasına  düşünerek  bayağı yol kat etti. İleriye  bakınca  uzak  bir  noktada  sanki  bu  aynılığı  bozan  bir  şey  gördü. Yaklaştıkça  diğer  taşlardan daha  büyük  olduğunu  kestirdi. Hızını  arttırdı. Yeteri  kadar  yaklaştıktan  sonra tehlike  hissiyle  durdu. Karşısında  diğerlerinden  iki  kat  büyük  bir  mezartaşı  ve  boş  bir  mezar  vardı. Çukurdan  hafif  sesler  geliyordu. Bir  insan  sayıklamasıydı. Taştaki  yazıyı  zor  da  olsa  kestirdi. Diğer  taşlardaki  yazının  aynısıydı. Kendine  cesaret  verip  ona  doğru  yürüdü. Fakat  bu  mezar  adam  yaklaştıkça  geri  gidiyor, gözden  kayıyordu. Aradaki  mesafe  değişmiyordu. Biraz  daha  uğraştıktan  sonra  adam  durdu. Boş  mezardan  gelen  insan  sayıklaması  gittikçe  yükselmeye  başladı. Anında   adam  bunun  kendi  sesi  olduğunu  fark  etti. Ne  dediği  anlaşılmayan  kendi  sesi  daha  da  yükseliyordu. Adamın  yüzü  sararıyor, korkusu  sınırlarını  zorluyordu.

Ses  en  sonunda  kesintisiz  bir  çığlığa  dönüştü. Kendi  sesini  duydukça  çıldıracak  gibi  oluyordu. Bundan  kaçmak  için  hemen  geriye  doğru  koşamaya  başladı. Fakat  o  ne  kadar  giderse  mezar  ve  çığlık  da  onunla  birlikte  geliyor, aradaki  mesafe  sürekli  korunuyordu. Mezara  yaklaşamadığı  gibi  şimdi  de  ondan  kaçamıyordu. Adam  çaresiz  durdu. Belki  de  durmak  zorunda  hissetti. Çok  yorgundu. Kulaklarını  esir  alan  bu  çığlığı  kabullenerek  oturdu. Mezartaşının  birine  sırtını  dayadı. Rüzgarın  sesiyle  birleşen  bu  çığlık, adama  yaşam  ve  ölümün  birlikteliği  gibi  geliyordu. Çığlığın  baskınlığı, adama, ölüme  lanet  ettirdi.

Birazdan  rüzgar  hafiflemeye, ses  ve  çığlık  azalmaya  başladı. Adam  da  gittikçe  bitkinleşiyordu. Bir  ara  dalmış, sonra  tekrar  uyanmıştı. Mezardan gelen  çığlık  tekrar  sayıklamaya  dönüştü. Rüzgar  ve  sesiyle  beraber  tamamen  kesildi. Adam  tekrar  uykuya  dalmış, ilk  baştaki  durumuna  geri  dönmüştü.

         &                                            &                                            &

İhtiyar  uyandı. Üzerindeki  ağır  yorganı  kaldırmaya  gücü  yetmeyince  bir  süre  hareketsiz  kaldı. Yorganın  ucundaki  çenesini  okşayan  kırmızı  iplik  parçasını  güçlükle  söküp  divanın  altına  bıraktı. Gözlerini  tavana  dikti. Kabusu  düşünüyordu. Senelerdir  huy  haline  getirdiği  sakallarını  karıştırmaya  başladı. Gözlerinde  en  ufak  bir  şaşkınlık, korku  yoktu. Bu  yaşına  kadar  birçok  kez  aynı  kabusu  görmüştü. Her  görüşünde  içinden  kendi  çığlıklarının  yükseldiği  o  büyük  mezara  biraz  daha  yaklaşıyordu. Şimdiye  dek  gördüğü  kabusları  iyi  hatırlıyordu. Fakat  taşlardaki  yazıları  kabus  anında  okuyamadığı  gibi  uyandığı  zaman da  hatırlayamıyordu. Yine  de  onlarda  kendi  isminin  yazdığına  emindi. Az  bir  yolunun  kaldığını  düşünerek  sabrının  karşılığını  alacağı  için  seviniyordu.

Gücünü  toplayıp  yorganı  üstünden  attı. Bir  hamlede  kalktı. Sabahın  itici  soğuğunu  çıplak  kollarında  hissetti. Aceleyle  dışarıdan  odun  getirip  sobayı  yaktı. Sonra  takvimin  o  günkü  yaprağını  koparıp  ayaküstü  okudu. Kitaplığından  büyükçe  bir  zarf  çıkardı. İçindeki  takvim  yapraklarını  aldı. Yeni  kopardığı  yaprağı  da  tarihsel  sırayla  diğerlerinin  üzerine  koyarak  zarfa  kapattı. Camın  önünde  duran  küllüğü  aldı. İzmaritleri  kızgın  bir  şekilde  yanan  sobaya  attı. Koltuğuna  devrildi. Bir  sigara  yaktı. Eli  sehpanın  üzerindeki  radyoya  uzandı. Fakat  dokunmadan  geri  geldi. Bozuk  olduğunu  bir  an  unutmuştu. Sobanın  gürültüsünü dinlemeye  başladı.



                                                                           Mustafa  Barca